YARIM ASIRLIK
ÇEŞME AŞKI Yıllar önce, eşimle birlikte eski İstanbul Otelinin zemin katında açtığımız hediyelik eşya dükkânımızın ilk müşterileri arasında, Almanyanın Krefeld kentinden Brigitte (71) ve Wolfgang (84) İngber çifti de vardı. Çeşmeye ilk kez 1959 Mayısında geldiklerini söylediklerinde, kulaklarıma inanamamıştım. Çeşme ve Ilıcanın o yıllarını oldukça iyi anımsıyorum; turist sözcüğünün ne anlama geldiğini bile bilmez, hayranlıkla izlediğimiz Levantenleri turist sanırdık. Ingberlerle ilk dükkâncılık günlerimizden beri aksamadan süren arkadaşlığımız, anlattıkları ilginç hikâyeciklerle her zaman renkliliğini korumuş, turizmde nereden nereye geldiğimizin bir tür belgeseli olmuştur. Şimdi sizlere Çeşme aşkını yarım asırdır gönüllerinde ve dillerinde taşıyan bu gerçek Türk dostu çifti daha yakından tanıtmak istiyorum. O yıllarda Türkiyeye gelmek nereden
aklınıza düştü? Wolfgang: Atatürk öldüğünde yetişkin bir delikanlıydım. Gazetelerde ve dergilerde sürekli Atatürkle ilgili yazılar çıkıyordu. Bu, dünya çapında büyük insanın ülkesi için yaptıklarından çok etkilenmiştim. Özellikle askeri üniformasını çıkarıp sivil yöneticiliğe geçmesi bende hayranlık uyandırmıştı çünkü o dönemde Almanyada tam tersi oluyordu ve biz gençler üniforma görmekten nefret ediyorduk. Bir gün mutlaka Türkiyeye gidip gerçekleştirilen olağanüstü devrimleri gözlerimle görmeyi daha genç yaşta kafama koymuştum. Ancak ne yazık ki, araya savaş dolu acı yıllar girdi. Brigitte: Evlendiğimizde çok gençtim; değil Türkiye gibi uzak bir ülkeyi Almanyayı bile yeterince gezmemiştim. Kocam, balayımızı Türkiyede geçirmemizi önerdiğinde nasıl bir serüvene atılacağımızdan hiç haberim yoktu ama tereddütsüz kabul ettim. Türkiyeye hangi yolla ve nasıl
geldiniz? Brigitte: Eski Yugoslavya üzerinden trenle geldik. Günler süren zorlu bir yolculuktan sonra Edirneye vardık. Kentte kalınabilecek asgari koşulları içeren tek bir otel vardı, Edirne Palas Oteli. Adındaki palas sözcüğü sizi yanıltmasın, kesinlikle saray gibi değildi. Tersine her tarafı dökülen, ahşap bir binaydı. Tavan aralarında dolaşan kedi kadar sıçanlardan uyumak mümkün değildi. Wolfgang: (Gülerek) Odamızın kapısı kilitsizdi, söveye çakılmış bir çiviye sarılı iple tutturulmuştu. Otelci, ellerinde bavullarımız olduğundan kapıyı bir tekmede ipi kopararak açtı. Sonra da bize dönüp sırıtarak: Korkmayın, dedi, bu kentte hiç hırsızlık olmaz! Oysa biz balayımızdaydık! Sanırım, odamızda duş ve tuvalet olmadığını belirtmeme gerek yok. Edirneden sonra Çeşmeye mi
geldiniz? Wolfgang: O kadar hızlı olmayın efendim, Edirneden sonra Ankara ve Kapadokya üzerinden Antakyaya ve oradan da Halepe kadar uzanan serüven dolu bir tur yaptık. Lütfen o günkü ulaşım koşullarını gözünüzün önüne getiriniz, ne demek istediğimi anlarsınız. Özellikle kömürle çalışan ve yürüdüğü belli olmayan posta trenlerini ve her an paramparça olacakmış hissi veren burunlu otobüsleri unutamayız... İnanılmaz serüvenler
yaşamışsınız; Halepten sonra? Brigitte: Tren ve otobüsle Mersine geldik. Limana demirlemiş Akdeniz adlı yolcu gemisini gördüğümde kocama: İşte tam balayı geçirilecek bir gemi. dedim içimi çekerek. Keşke demez olaydım. Kocam beni mutlu edebilmek için hemen harekete geçti. Denizyolları acentesini güçlükle bulduk. Bilet alabilmek için ise saatlerce bekledik çünkü önce İstanbula telefon edilip izin alınması gerekiyormuş. Wolfgang: Mersinde bir bilet alabilmek için saatlerce uğraştık ama Antakyada kapalı olan mozaik müzesi valinin emriyle bir dakikada açtırıldı. Türkiye çok farklı bir ülke! Bu tür çelişkilere Almanyada rastlayamazsınız. İlginç serüvenler
yaşamışsınız. Artık biraz da Çeşmeden söz
edebilir miyiz? Wolfgang: Gemiden İzmirde indik ve doğruca Çeşmeye geldik çünkü feribotla Sakız Adasına geçmek istiyorduk. Ancak izin verirseniz size önce Antakyadaki tutuklanmamızı anlatayım, oldukça ilginçtir. 19 Mayıs bayramının kutlandığı gündü. Ellerinde bayraklarla öğrencilerin anayoldan geçişlerini izliyor, fotoğraf çekiyordum. Böyle bir kutlamaya denk düştüğümüz için kendimizi şanslı sayıyorduk. Yanımıza iki polis yanaştı. Bir şeyler sordular. Anlamadık. Turist, turist! diye yanıtladık. Ne olduysa o anda oldu, fotoğraf makinemi aldılar ve ikimizin kollarına girip, zorla karakola götürmeye başladılar. Karşı çıktık ama dinlemediler. Kaldırımda yürürken çevremize meraklı halk toplandı. Bu karışıklık kortejdeki vali ve belediye başkanının ilgisini çekmiş. Geçit resmini durdurdular ve yanımıza geldiler. Tabii biz, onların önemli kişiler olduklarını sonradan anladık. Kalabalıktan, biraz Almanca bilen birini buldular. O yıllarda çeşitli casusluk olayları yaşandığından Antakyaya yabancı turistlerin girmesinin yasak olduğunu belirttiler. Bilmediğimizi söyledik ve özür diledik. Kentin yöneticileri de yaşanan kargaşadan üzüntü duyduklarını bildirdiler, kameramı geri verdiler ve yemek ısmarlayıp, müzeyi bedava gezmemizi sağladılar. Brigitte: Burunlu bir otobüsle yaptığımız İzmir-Çeşme arası yolculuğumuz 4 saat kadar sürdü. Yarı yolda mola için durduğumuz çeşmenin başında, düzgün Almanca konuşan Ilıca Sakız Pazarı sahibi olduğunu sonradan öğrendiğimiz Kenan Uysal Beyle tanıştık. Bize çok yardımcı oldu ve yöreyle ilgili bilgiler verdi. Çeşmede hangi otelde ve ne kadar
kaldınız? Brigitte: Kenan Bey, en iyisi olduğunu belirterek bizi Rasim Palas Oteline yerleştirdi. O dönemde yalnızca Ilıcada oteller vardı; Çeşme merkezi köy gibiydi. Yaz aylarında otobüslerin son durağı Ilıcaydı; Çeşmeye gitmek isteyenler otobüsten inip kaptıkaçtıya binerlerdi. Wolfgang: Kenan Bey bize Rasim Palas Otelinde Atatürkün bulunduğu, kahve içip dans ettiği mekânları tek tek gösterdi, o döneme ait bilgiler verdi. Otelde kaldığımız 4 gün süresince hep o büyük insanı düşündük durduk. Tüm gezimizin en anlamlı günleriydi... Çeşmede yalnızca 4
gün mü kaldınız? Az değil mi? Wolfgang: Biz aslında Atinaya gitmek üzere Çeşmeden transit geçmeyi planlamıştık. Ancak Sakız Adasına feribot o yıllarda haftada yalnızca bir gün olduğundan beklemek zorunda kaldık. İyi de oldu; böylece ömrümüzün geri kalanında tatillerimizi geçireceğimiz güzel Çeşmeyi daha yakından tanıma olanağı yakalamış olduk. Çeşmeye kaç kez
geldiğinizi anımsıyor musunuz? Brigitte: Tabii ki saymadık ama ellinin çok üzerinde bir sayı olduğundan eminim. Wolfgang: Sanıyorum bizim kadar çok Çeşmeye gelmiş başka yabancı turistler yoktur. Aslında kendimizi Çeşmedeyken evimizdeymişiz gibi hissediyoruz; yöneticilerin bize fahri hemşerilik beratı vermeleri gerekir, ha ha ha! Bunu yetkililere
ileteceğim. Wolfgang: Şakaydı, lütfen ciddiye almayın. Mayıs ayında
restoranlar kapalı olduğuna göre, karnınızı
nasıl doyurdunuz? Brigitte: (Kuvvetli ve içten bir kahkaha atarak) Otelin karşısındaki fırından ekmek; Kenan Beyin dükkânından peynir, zeytin ve tadını o gün bu gündür hiç unutmadığım zehir gibi tuzlu salamura balık; polis karakolunun bitişiğindeki kahvehaneden çay... Daha ne olsun! Wolfgang: Plajda bir restoran vardı ama kapalıydı. Önünde güneşlenip denize giriyorduk. Ilıcalı gençler de bizi seyrediyordu. Plajda başka bikini giyen hanım olmadığından eşim herkesin ilgisini çekiyordu. Pazar günü plaj doldu. Genç erkekler bize, tabii daha çok eşime gösteri olsun diye üst üste çıkarak dört katlı piramit kurdular; ben de fotoğraflarını çektim. Hepsi bir örnek siyah şort giyiyorlardı; asker ya da öğrenciydiler. Türk yemek ve müziği
hakkında ne düşünüyorsunuz? Brigitte: Mutfağımda birkaç tane Türk yemekleri kitabım var ama genel olarak yemek pişirmekten pek hoşlanmadığımı belirtmeliyim. Ancak kızım benden çok daha meraklıdır; bir domates soslu, sarmısaklı patlıcan kızartması yapar, parmaklarınızı da yersiniz. Türk müziği kaset ve CDlerini ise çektiğimiz fotoğraf ve videoları izlerken sürekli dinleriz. Wolfgang: Ben en çok ızgara et çeşitlerinden ve barbunya fasulyadan hoşlanırım. Türkiyedeki siyasi
gelişmeleri izliyor musunuz? Wolfgang: Osmanlı İmparatorluğu zamanı da dâhil olmak üzere Türk tarihini iyi bildiğimi sanıyorum. Sizinle bu konuda saatlerce konuşabilirim. Türkiyedeki güncel siyasi gelişmeleri de televizyondan izlerim. Son zamanların siyasi çekişmelerinden rahatsız olduğumu açıkça belirtmeliyim. Aslında Türkiye çok zengin olabilecek büyük bir ülkedir ve kesinlikle ABne girmelidir. Ne var ki, Soğuk Savaş bitince Türkiyenin değeri düştü. Brigitte: Üzülerek söylüyorum ki, Türkiye giderek muhafazakârlaşıyor, biz bunu açıkça görüyoruz. Almanyadaki Türkler de aynı şekilde. Arap kültürüne olan bu yöneliş zamanla değişmezse, Türkiye ABne giremez. Bizim tanıdığımız ve sevdiğimiz Türkiye bu değil. Bir gün ılımlı ya da ılımsız siyasi İslam işbaşına geçerse, biz artık gelemeyiz. Son olarak anlatmak
istediğiniz başka anılarınız var mı? Wolfgang: Oh evet! Karstaki Ani örenyerini gezerken, farkında olmadan Ermenistan sınırına çok yaklaşmışım. Biliyorsunuz Ermenistan o zaman Rusyaya bağlı idi. Jandarmalar silahlarını doğrultarak üzerime hışımla geldiler. Biri azıcık Almanca konuşuyordu. Hemen pasaportumdaki doğum tarihimi gösterdim ve: Merak etmeyin, dedim, ben Ruslar için casusluk yapmam. Onlara karşı savaşmış biriyim. Beni, gülerek ve sırtımı okşayarak serbest bıraktılar. Brigitte: Ermenilerden söz açılmışken, Orhan Pamukun geçenlerde sözde Ermeni soykırımıyla ilgili söylediği sözleri uygun bulmadığımı ve kendisine yakıştıramadığımı belirtmeliyim. Hemen hemen tüm romanlarını okudum, kendisini bir romancı olarak çok beğenirim. Wolfgang: Orhan
Pamukun bu bilgileri nereden edindiğini merak ediyorum. Bu konuda çok
kitap okudum ve söylediği öldürülmüş insan sayılarına hiç
rastlamadım; doğrusu kendisiyle bu konuyu tartışmak
isterim. Çok teşekkür ederim. |